FATMA AKKOYUN, EFE SULTAN KİTABI
Karyalı Alabandos, Bu Haftaki Yazısında Fatma Akkoyun’un Efe Sultan Kitabı İle İlgili Yazdı...
Küçük ya da büyük bütün yerleşim yerleri; toprak, üzerindeki eserler ve insan kitlesi ile anılmaktadır. Küçük ve fakir bir görüntü arz eden bir yerleşim yerinin ardında köklü bir gelenek bulunmaktadır. Hepsinden çok daha önemlisi, o yerleşim yerinin adı ve eski kayıtlarda karşılaşılması, yeni değerlendirmeleri kaçınılmaz hale getirmektedir. Mahallî araştırmaların Türk kültürünün geneline kazanım sağladığı da bilinmektedir.
XV. Yüzyılın başlarında mevcut olan Efe Sultan, adaletin, güvenin, samimiyetin sembolü olmuştur. Köyün varlığı, sonraki yüzyılların resmi kayıtlarında da bulunmaktadır.
Selçuklular ile beraber buralarda zaviyeler kurulmuş. Devlet hâkimiyetinin tesisi ve iskân maksadıyla dervişlere destek verilmiştir. Selçuklu Devleti’nin parçalanması üzerine, havalide ekonomik ve siyasi otorite sahibi Hamit Oğulları burayı egemenliği altına almıştır. Ancak bu durum kısa sürmüş, Şuhut Germiyan Oğullarının eline geçmiştir.
Hamit Oğulları, Teke Oğulları, Germiyan Oğulları, Osman Oğulları ile bağlantıları bulunan bir şahsiyetin doğrudan adıyla tesis edilen, oldukça farklı uzak-yakın mıntıkalardan göçlerle beslenen, küçük bir yerleşim yeridir. Türklüğün bağımsızlığını elde ettiği Büyük Taarruz Harekâtı’nın başlamasından bir hafta öncesi ile ilk iki gününde oldukça hassas ve stratejik görevler üstlenerek, kültürel değerini daha da pekiştirmiştir. Zafer sonrası “yaylalara dönüş” misali tekrar kendi kabuğuna çekilerek, yaşantılarına devam etmişlerdir.
Konuşma dilinde “Şuut” diye söylenegelen, 1960’lı yıllara kadar “yaşayış yönünden büyücek bir köy sayılır” şeklinde notlarda yer alan, Şuhut ilçesine bağlı köyün sakinleri tarafından inşa edilen evler kerpiçti, evlerin üstünde yuğgu taşı dururdu. Evin önce kirişi, sonra döşemeleri atılırdı. Gözelere kamış üstüne toprak atılırdı. Temeli ve duvarları taşla örülüp, dış duvarlar geniş, iç duvarlar dar tutulup, sıvanıp kireçlenirdi. Camların önünde geniş yer kalırdı. Ovanın seyri, hasretlerin gözlenmesi hep buralardan yapılmış, uzun ve yoğun karlı kış mevsimlerinin korunağı olmuştu. Şartlar ne kadar çetin, mevsim ne kadar amansız olursa olsun köylü yine de koyun, sığır, merkep, kaz, tavuk gibi hayvanlardan, buğday, haşhaş, pancar, patates, fasulye, kayısı gibi zirai ürünlerden geçimini sağlar. Boy geleneğinden daha ziyade sülale silsilesi ile yaşamını sürdüren köy, evlerinin avlusunda eksik etmediği “köpekleri” ile bir anlamda yakın haberleşmeyi sağlar, aynı şekilde kısa güvenliğinin tedbirini de almış olurdu. Çocuklar; yeni yetme olduklarında hayvanlar ve zirai üretimle haşır neşir olurlardı.
Köyün başta yatırı ve ona ismini veren, aynı zamanda yerleşim yerine de ad olan “Efe Sultan” Türkistan’dan Anadolu’ya uzanan köklü bir geleneği simgelemektedir. Onun yaşanmışlıkları, Türk milletinin güzergâhını da yakalama fırsatı vermektedir. İlk tespitlerde Fetret Devrine, ilk yazılı materyallerde Yükselme Devrine, ilk mahkeme kayıtlarında miras kavgalarına, eski minaresiyle II. Abdülhamit yıllarına, istiklal mücadelesinde işgalcilerle sınır ilişkilerine, gizlilikle hazırlanan Büyük Taarruz harekâtıyla askeri seyyar hastanesinin konuşlanmasına, Harekâtın bir gece evvelinde Kolordu Kumandanının misafir edilmesine, Afyonkarahisar’ın kurtuluş müjdesiyle birlikte seyyar hastanenin uğurlanmasına, belde statüsü kazanmasıyla belediyeleşmesine, statü kaybıyla yeniden köye dönüşüne ve uzatılabilecek örnekler, Anadolu Türk’ünün toplumsal hafızasını şekillendiren hususlardan bir kaçı olarak çalışma masamızda bulunmaktadır.
Hemen hemen her ailede kız çocuklarına Sultan, erkek çocuklarına Hamza adı verilen doğum yerim Efe Köy; şu anda ikamet ettiğim Aydın Büyükşehir’in merkez ilçesi olan Efeler arasında ismen de olsa bir gönül bağı oluşturmaktadır.
- Efe Algısını değiştiren Köy
Efe: Yiğit; özellikle Batı Anadolu’da köy yiğidi, zeybek, ağabey, kabadayı anlamında kullanılmaktadır. Mecazi olarak mert, cesur, kahraman, cengâver insan anlamına gelmektedir. Efeler fenalıktan kaçınan, iyiliği ve yardımı seven, kahraman, gözü pek ve fedakâr insanlardır.
Osmanlı Döneminde Konya’nın doğusunda başka bir “Efe Köyü” de söz konusudur. “On bin yıllık ölülerin yanında” yetmiş yıldır terk edilmiş kalıntıları yok olmuş durumdaki köyün, 1800’lerin başlarında kurulduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. 1864 tarihli Konya Tahrir Defterinde Sahra Nahiyesi köyleri arasında yer alan Efe Köyü 1871 yılında Hatun Saray Nahiyesi’ne, 1926 yılında 877 Sayılı Kanunla kurulan Çumra ilçesine bağlanmıştır. Konya Efe Köyü ile Afyonkarahisar Efe Köy arasında 283 km’lik bir mesafe bulunmaktadır.
27 Aralık 1919 tarihinde Atatürk’ün Ankara’ya girişinde efe oyunuyla karşılanması da araştırma konusuyla yakından ilgilidir. Zîra Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya ilk defa gelmiş, Seymenler, Ankara eşrafı ve Ankara Halkı tarafından coşku ve sevgi ile karşılanmıştır. Ankara, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği açısından çok önemli olayların da başlangıcını teşkil etmiştir. Böylelikle Ankara’dan Adalar Denizi’ne uzanan –Efe Sultan’ı da kapsayan- bağımsızlık mücadelesi, yepyeni bir döneme erişmiştir.
1.2 Efe Sultan:
Efe Köy’ün tarihi eskilere dayanmaktadır. Köyün bizzat kendisi bir belge niteliğindedir.
Efe Hamza Sultan’ın gölgesinde kalsa da köyde bulunan ve halkın saygı gösterdiği diğer yatırlar şunlardır: Kara Dede: Eski mezarlıkta, mezarı taş ve topraktan örülü, bir adam boyu yükseklikte, dikdörtgen şeklindedir. Büyüklerden duyulduğuna göre esmer ve sarıklı biridir. Hakkında başka bilgiye ulaşılamamıştır. Kitabesi yoktur. Gedi Geren: Eski mezarlıkta, mezarı taş ve topraktan örülü, bir adam boyu yükseklikte, dikdörtgen şeklinde çevrilidir. Kitabesi yoktur. Bozoğlan: Köyün kuzeyinde, tepeye doğru, yamaçta bulunduğu rivayet edilmektedir. Hakkında bilgi bulunmamaktadır. Sarı Işık: Köy civarında kabri bulunan Sarı Işık'ın tarihî zatlardan olduğu söylenmektedir. Çökek Dede: köy ile kasaba yolunun birleştiği mıntıkada bulunmaktadır. Çökek Köyü, Şeyh İhtiyar Oğullarına vakfedilmiştir.
1.3 Efe Hamza:
Efe Sultan Hamza Bey, Türkiye Selçuklu idaresinin “Uluborlu’dan Antalya’ya kadar fethedilen” Göller Bölgesi’ne yerleştirdiği Oğuz Türkleri’ne mensup Hamit Oğullarından Antalya Beyi Yunus'un kölesi Zekeriya'nın oğludur. Zekeriya, efendisi Yunus'un ve Eğridir Beyi Feleküddin Dündar Beylerin ölümü üzerine Teke (Antalya) ilinin bir kısmını ele geçirerek küçük egemen bir devlet kurmuştur. Şarkikaraağaç Kasabası’na M. 1353 yılında hakim olduğu anlaşılan Yusuf oğlu Rükneddin Zekeriya'nın yerine geçen oğlu Hamza Bey de Teke Karahisarı’nda (Murtuna-Perge) oturmuştur. Hamza Bey’in topraklarını Yıldırım Beyazıt zapt etmiş iken Aksak Timur Bek bunları geri vermiş ve Karamanoğlu Mehmet Bey ülkesini zapt edince de Germiyanoğlu II. Yakup Çelebi'ye sığınmıştır. Osmanlı Hükümdarı Çelebi Sultan Mehmet, Karamanlıları buradan çıkarınca, huzur bulan Yakup Çelebi, dostunun geçimine yardımcı olmak üzere Efe Köy’ünü Hamza Bey’e vakfetmiştir. Efe Sultan Hamza Bey M. 1414 yılında Efe Köyü’ne yerleşmiş, ölümünden sonra da evlatları bu köyde yaşamıştır.
Avdan köylüğü öreni, Avdan ağılları mevkiinde mezarlık ve kayaya oyulmuş üç tane in bulunmaktadır. Çok sulak bir yerdi, “orası avdan değil cennet idi. Cinibizlerin bahçesi çok meşhurdu. Her ağıl koyun sürüsüyle doluydu. Kendi suyu pek acardı. Zamanla iyice azaldı. Kendi mezarlığı da vardı.”
Efe Sultan Köyü; vakıf arazi ve zaviye olarak dikkat çekmektedir: Özellikle yöneticiler zaviyelere mühim miktarda mal-mülk vakfetmişlerdi. Bu vakıflar bazen terk edilmiş (mevat) arazilerden oluşabildiği gibi, devletin toplayacağı vergilerin de zaviyelere ödenmesi, yaygın olarak uygulana gelmiştir. Bazen zaviyelerde görev alan şeyh veya hizmetkârlarla birlikte, zaviyelerle ilişiği olan köylüler bile olağanüstü vergiler anlamına gelen, avarız-ı divâniye'den muaf tutulmuşlardır.
İslam kültüründe önemli bir yer işgal eden tekke ve zâviyeler, tasavvuf düşüncesinin, anlayış ve terbiyesinin uygulandığı, öğretildiği ve halka sunulduğu mekânlardır. Bu gibi müesseseler daha çok halka yönelik olduklarından yaygın eğitim hizmeti vermişlerdir. Tekke, zâviye, hankâh, dergâh gibi isimler altında, birbirinden çok az bir fark bulunan bu müesseselerde insanlar, dünya hayatının çeşitli meşekkat ve sıkıntılarını bertaraf etmek ve gönüllerinde manevi bir huzur bulmak istemişlerdir.
“Zaviye”, “Hankah”, “Dergâh”, “Âsitane” terimleri de tekkenin yerini tutmaktadır. Zaviye ile tekkenin arasındaki küçük bir fark ise, zaviyenin, tekkeden daha küçük olmasıdır. Arapça “toplamak, menetmek” anlamında z-v-y kökünden gelen zaviye, ıstılahi olarak, herhangi bir tarikata mensup dervişlerin, bir şeyhin idaresinde topluca yaşadıkları ve gelip geçen yolculara, misafirlere ücretsiz olarak, yiyecek, içecek ve yatacak yer temin ettikleri yerlerin merkezleri olduğu gibi yol üzerlerinde de tesis edilmiş binalardır. Eski camiye çıkan sokağın adının “Han Sokağı” olması “Hankah” teriminin zamanla “han” olarak söylenmesine yol açmış olmalıdır.
Osman Oğulları ile birlikte, birçok Şeyh Anadolu’ya gelip, Anadolu’nun batı taraflarına yerleşmiş, bu dervişlerin bir kısmı, gazilerle birlikte fetih hareketlerinde bulunmuş, bir kısmı da o civardaki köylere veya tamamen boş, tenha yerlere yerleşmiş, burada ziraat ve hayvancılıkla uğraşmışlardır. Zaviye kurdukları bölgeleri; kısa zamanda din, kültür ve imar merkezi haline getirmişlerdir. Vakıflara bağlı olan bu kurumlar, insanlığın yararına olan her çeşit faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Türkiye Selçuklu Devleti’nin dağılması üzerine bağımsızlıklarını elde etmek için harekete geçen Beylikler, otoritelerini sağlamak amacıyla kendi topraklarında yaşayan zâviye şeyhlerinin maddi ve manevi nüfuzlarından faydalanma yoluna gitmişler, zengin vakıflara dayalı yeni zâviyeler ve tekkeler açmışlardır. Osmanlılarda da Selçuklular ile beyliklerden intikal eden zâviyelerin vakıflarıyla imtiyazları olduğu gibi bırakılıp, gerektiğinde yeni vakıflar tahsis edilmişti.
1.4 Evlatlık Vakıflar (Zürriyet Vakıfları):
Karahisar-ı Sahip Sancağı'nda en çok görülen vakıf türlerinden biri de evlatlık vakıflardır. Bu tür vakıflar, Kur’an okumak veya çeşitli sosyal hizmetlerin yürütülmesi amacıyla oluşturulmuş, tasarruf hakkı da vakfı kuran kişiler tarafından evladına veya nesli kesilinceye kadar neslinden gelecek kişilere şart koşulmuş teşekküllerdir. Bu şekilde, vakfedenin ileri sürdüğü hususların yerine getirilmesi şartıyla, kendi neslinden gelenlere ebediyen bir gelir kapısı oluşturulmuştur. Diğer taraftan, evlatlık vakıflardan köylerde bulunanların tamamına yakını, zaviye şeyhlerine aktarılan ve bununla birlikte, bir veya birkaç çiftlik yerin tahsis edildiği yerlerdir. Bu vakıflar, zaviye şeyhleri ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere genellikle devlet tarafından verilen topraklardır. Zaten köylerde bulunan vakıfların bazıları camilerle mescitlerde görev yapan imam ve müezzinlere ait olmasının yanında büyük ekseriyeti ya zaviye vakfı veyahut zaviye şeyhlerine tahsis edilmiş vakıflardır….
1.4.1 Vakıf köyler; XVI. yüzyılın ikinci yarısında …. Şuhut'ta 9 vakıf köy bulunmaktadır. Ağzıkara Köyü Karahisar'da oturan Hammar Ana ve evlâdına, Çökek Köyü Şeyh İhtiyar Oğullarına, Efe Köyü Hamza Seydi ve Müsâfir Seydi evlatlarına, Halil Seydi Köyü Numan Şeyh ve Bâyezid Şeyh'e, Şeyh Burak Köyü Mevlânâ Şemseddin'e vakfedilmiştir. Ayrıca Eminler, Alayundlu, Karlık ve Kızılhisar köyleri de zaviyelere vakıftır.
Askerî ve ticarî maksatlarla memleket ölçüsünde bir teşkilatlanma ve şehirleşme vasıtası veya bir kültür ve uygarlık aracı olarak idare eliyle plânlı bir şekilde geliştirilmiş olan vakıf tesisler sisteminin, diğer iskân ve kolonizasyon metodları ile birlikte, devletin kuruluşunda ve gelişiminde önemli bir rol oynadığı muhakkaktır.
Köylünün toprağa bağlılık prensibine rağmen, kolaylıkla yer değiştirmesi, topraklarını bırakıp çift bozan olması genel bir olaydır. Doğa durumundaki kötüleşme dışında köylerini bırakıp giden köylülerin kaçış sebepleri genelde ağır şartlar ve vergi yükleridir. Köylüler bazen haklarının daha iyi korunacağını bildikleri vakıf köylerine göç etmektedir.
Anadolu’da tarihî hanların ve yolların bulunduğu bilinmektedir. Menzilhaneler ya şehir veya kasabaların içinde yahut kırlarda münasip ve bilhassa bol suyu bulunan yerlerde yaptırılıyordu. Selçuklarda "Sultan Hanı" ve Osmanlılarda "İmaret" denilen eserler inşa edilmiştir.
1.4.2 Zaviyeler; Şimdiye kadar yapılmış olan çalışmalardan zaviyelerin çok yönlü bir müessese olduğu anlaşılmıştır. İmardan iskâna, zanaattan ticarete, askerlikten eğitime ve dini konulara kadar hemen her sahada zaviyeler etkin rol oynamıştır. ''Kolonizatör Türk Dervişleri'' kurdukları zaviyelerle Anadolu’nun kısa sürede Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağladılar. Psikolojik bir güçle kısa sürede Anadolu'da siyasi birliğin kurulmasına yardımcı oldular.
Şuhut Kazası: Şuhut'ta XVI. Yüzyılda 10 zaviye varken XIX. yüzyılda 13 zaviye bulunmaktadır. Bu zaviyelerden şehir merkezindeki Ahi Necmeddin Zaviyesi ile belgelerde Baba veyahut Sarı Baba isimleriyle kaydedilen zaviyeler her iki yüzyılda vardır. Bunların dışındaki zaviye isimleri birbirlerinden tamamıyla farklılık arz etmektedir.
2.2 Toplumsal Hafıza:
Bir anlamda “kültürel akıl” kavramını çağrıştıran toplumsal hafıza, bireysel olduğu nispette millî bir nitelik de arz ederek, sürekli inşa halinde kendini yenilemektedir. Araştırma konusuna dair tespitler de bunu doğrulamaktadır.
2.2.1 Fakirlik ya da varlığın çağlar içinde mevki değiştirebildiği bilinmektedir. Bugün ancak harabeleri bulunan Kantara Köyü, zamanında oldukça varlıklı insanları barındırırken, hayvanlarından bir miktar sütü “şu fakir Efe köylülere veriverin” dedikleri hala yaşlılar tarafından anlatılmaktadır. Bahsi geçen varlıklı köyden sadece kabristan kalmıştır ki içerisinde işlenmiş mermer kalıntıları ile mezar taşlarının bulunduğuna şahitlik edilmektedir.
2.2.3 Şuhut; yöre halkı tarafından “Kasaba” olarak anılmaktadır. Şuhut türküsünde pazarın karşılığı şu şekilde yer almaktadır:
“Kuruldu mu Kasabanın Pazarı
Kazıldı mı Molla Ahmet’in Mezarı”
2.2.5 Toplumlar müşterek gerçekleştirdiği etkinliklerle ânı geçmişe bağladığı gibi maziyi de geleceğe aktarmaktadır. Türk kültüründe “Yağmur Duası” bunlar arasında yer almaktadır. Burada dua yanı sıra hayır ve birlikte hareket esastır. Hıdrellez Pilavı da benzer usulde olurdu. Baharın kutlandığı aynı zamanda yazın karşılandığı Hıdrellez millî, dinî duyguların, örf ve adetlerin uygulandığı bir bayram olarak “geleneklerin atadan miras bırakılması” şeklinde sürüp gelmiştir.
2.2.6 Kadınların çoğu dikiş bilir, kendinin ve ailesinin elbiselerini bizzat dikerlerdi. Dikiş bilmeyenler kıyafetlerini köyün terzisine diktirirdi. Yakın zamana kadar “yama” oldukça yaygındı. Elbiseler gibi çoraplara da yama yapılırdı.
2.2.8 Efe Köy toplumsal hafızasında Millî Mücadele yıllarında düşman askerleri yer bulmaktadır. Ülkenin işgalden kurtulmasından altmış yıl sonra ilgili yerlerde söz konusu edilen yazışma ile toplanan hatıralardan anlaşıldığı kadarıyla; Köy Muhtarı, Öğretmeni ve İmamının ifadesiyle: Köy ve civarında Yunanlılara ait mezar yoktur. O senelerde köyün hane sayısı 80’dir. Yunanlılar ilk partide 1600 baş koyun, çobanı ve köpeği götürmüşlerdi. Köyde ne kadar tavuk, yumurta varsa toplayıp götürdüler. İnek, at, eşek gibi hayvanları götürmeyip bıraktılar. Çevre köylere göre en az zarar, bu köye verilmiştir. “Milli hükümete” saman, arpa, çavdar, nohut, buğday, un ve benzeri yiyecek maddeleri verilmiş ve karşılığında bedel alınmamıştır.
2.2.9 Köye giremedikleri için işimize karışmadılar. Yerli gevur yollamışlar. “Öşürünüzü bize vereceksiniz” diye, bizde onları dövdük. Öşürümüzü de vermedik. Afyon’da Mızrak oğlu, Gara bit oğlu, Toma ligos oğlu varlardı. Köyümüz harpten önce onlarla alış-veriş yapardı. (Manifatura, yiyecek vs.) Harp başladı, alışverişimizi kestik. Afyon’a gittiğimiz zaman, yardım etmek ister görünür, Yunan’a itaat etmemizi isterlerdi. Sonra duyduk Yunanlılarla birlikte onlar da Afyon’dan kaçmışlar.
2.2.10 İlk silah sesi 26 Ağustos’ta sabah namazında köyümüzün kuzeyinden gelmeye başladı. Bunlar top sesleri idi. Köylü Bozoğlan ile Güdük Ahlat tepesine çıktı. (Afyon Görünür) Kalaycık’ta Afyon’a ve Ovaya toplar atılıyordu. Harp olduğunu anladık. Çok şiddetli gürültülü ve toz kalkıyordu. Bir ara her taraf toz duman oldu. Büyüklerimiz “Bizimkiler Yunanı sıkıştırıyor, Birazdan kaçarlar”, derken güneş doğdu, ortalık daha iyi belli oldu. Kaçanlar, kovalayanlar daha güzel görünüyordu. Daha sonra bizimkilerin gevuru yarıp Dumlupınar’a doğru kovaladıklarını öğrendik. O gün köyümüzde bayram yapıldı.
Köyümüzün üstünde Avdan mevkisinden Akpınar tepesine kadar bizde yardım ettik. Askerlerimizle mevziler kazıldı. Bugün hâlâ durmaktadır. Yunanlılar kaçarken köyümüzü topa tuttular. İnsan zayiatı olmadı. Bir inek öldü. Köyümüze üç Yunan askeri esir getirildi. Bizim askerlerle Şekil oğlunun evinde iki gün kaldılar. Bizim askerler Çay Kazası’na doğru götürdüler. Başka esir getirilmedi.
2.2.11 Kemal Paşa, İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Ali İhsan Paşa, Nurettin Paşa, Fahrettin Paşa bunlar vardı. Kemal Paşa Komutanların en büyüğü idi. Köye geldi. Biz çok severdik. Gevur, yerli gevur ve kötüler korkardı. Bir gün üç paşa birden geldi. Köyümüzde birkaç saat kaldılar. Çevreye ait sorular sordular. Sonra öğrendik. Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşalarmış.
2.2.11 İngiliz, Yunan’a, Türklerin memleketi yok oturdukları yer senin. Ben de yardım edeceğim git “Türklerin bir değneğinden başka şeyleri yok” vatanını al demiş. Yunan’ın gelmesi böyle olmuş. Zaten Yunan’ı Afyon’a getiren de İngilizlerdi. Yunan İngilizlerden sonra Afyon’a geldi.
Türkçe bilen ve köyümüze gelen esirin biri “Ah…. ah! ne yaptık ta buralara geldik bizi getirenlerin, bu hale koyanların gözleri kör olsun” der ağlardı. Yunan sopayı yedi, Dumlupınar, Uşak, İzmir’den memleketi Atina’ya kaçtı. Bizimkiler Kemal Paşa’nın emrinde yeni bir hükümet kurdu. Daha sonra Cumhuriyet kuruldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk Cumhurbaşkanı oldu.
2.2.13 Kış mevsimi kar yağdığında, karlar aşağı atıldığında ev boyuna ulaşırdı. Daha sonra aşağıya inmek için karların üzerinden “kayganak” yaparak kestirmeden inilirdi.
2.2.14 Çardak; Yaz aylarında bütün ev halkının toplandığı diğer odaların kapısının oraya açıldığı geniş yer “Çardak” diye anılırdı. Çardağa açılan bütün odalara ev denir. Çünkü bunların banyosu ve sekisi olur. Sekiler cam kenarlarında yarım metre yükseklikte iki kişilik yatak serilecek büyüklüktedir.
2.2.15 Köy evlerinin bahçeleri harman kaldıracak kadar büyük olurdu. Zamanla miras yoluyla bölündükçe arsalar küçüldü. Bahçe kapıları traktörün rahatlıkla geçebileceği kadar büyük ve iki kanatlı olurdu. Genellikle kapılar kilitlenmezdi. Çünkü hemen hemen herkesin bir köpeği olurdu. Köpekler bazen salık, bazen de bahçede uzun zincirle bağlı olurdu.
2.2.17 Köy Odaları;“Türk kültür yaşantısı içinde sosyal ve kültürel kimliklerin alanı olarak ortaya çıkan” Köy Odaları;
2.2.18 Çeşmeler; “İnsanı su, mutlak hakikat ve kendi hakikatiyle buluşturan bir yapıya” dönüşmüş hali, ele aldığımız köy ve çevresinde de oldukça yaygındır. Çeşmeler su ihtiyacının karşıladığı yerler kadar toplumsal hareketliliğin pınarları durumundadır. Kız çocuklarının gençliğe geçişleri ve yeni aile tesislerinin akış serüvenini temsil etmektedirler. Bu hususlara dair sayısız şiirler söylendiği, yazıldığı bilinmektedir.
2.2.19 Köy Fırını; iki bölümden oluşur. Ateş; saman, ağaç dalı, ot gibi benzeri şeylerin alt bölümde yakılmasıyla sağlanır. Alevin ve ısının üst kata çıkması için orta bölmenin tam ortasında yuvarlak bir delik bırakılır. Kadınlar bazen hamuru evde hazırlayıp getirdikleri gibi bazen de ana malzemeleri getirip, fırının çeşmesi ile haşhaş taşından da yararlanıp yanda bulunan sekinin üzerinde de hazırlayabilirler.
2.2.20 Kıraathaneler; Yetişkin erkekler bazında toplumsal iletişimin sağlandığı, yerel anlamda işlerin icra edildiği, görüşmelerin yapıldığı mekânlardan birisi köy kahvehaneleri sosyalleşme unsurları olarak varlıklarını geçmişten bugüne kadar korumuşlardır.
2.2.24 Bir “timar karyesi” Avdan mevkii köyün en zenginlerinin mekanıydı. Buralarda barınmak fakirler için çok kolay değildi. Meyvesi oldukça meşhur olup Şuhut’ta aranan ve hemen satılan ürünler arasındaydı. Kayısı, vişne, dut satışları, at arabası ile nakliye, toplumsal hafızadaki anılardır.
2.2.25 Tarlalardan ürünler kalktıktan sonra fakirlere iaşe olarak kullanabilsinler diye toplamaları için haber verilir. Fakirler yiyecek ve yakacak türü tarlada kalanları toplarlar.
2.2.35 Çökek; Sözlük anlamı “çukur, çukur yer, bataklık, balçık, su kenarı, sazlık, çamur” anlamındaki Çökek Köyü sakinleri susuzluktan dolayı Ağzıkara’ya göçmüştür. Osmanlılar döneminde vakıf arazi durumundadır. Çökek Ören Yerinin türbesi, mezar taşları halen göze çarpmaktadır.
“Efe Sultan” ulaşılabilen mevcut bilgilere göre mazisi Fetret Devri’ne kadar uzanan bir yerleşim yeridir. İlk bakışta nüfusunun azlığı öne çıkmaktayken, özgün, ağırlıklı bir mıntıkada tesis edilmiştir. Stratejik önemiyle her devirde resmî kaynaklara yansıyan olaylara ev sahipliği yapmıştır. Geçmişte seyyahların, yakınlarda da yazarlar ile araştırmacıların ilgisini çekmiştir.
Şahıs isimlerinin bilhassa küçük yerleşim yerlerine verilmesi her devirde ve bölgede görülebilen bir hadise olduğu bilinmektedir. Efe Hamza Sultan’ın da Hamza ismi geri planda bırakılarak “Efe Sultan” ya da sadece “Efe” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Türk Milletinin “haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması” esaslı Millî Mücadele’nin tamamlanması aşamasında en sıcak günlerin yaşandığı yerleşim yerinin adında bulunan genel unvan “çağdaş uygarlık düzeyini aşma hedefli” Türk İnkılâbı aşamasında gelişmeye takıldı. Osmanlı Kuruluş, Fetret, Yükseliş, Duraklama, Gerileme, Meşrutiyet, Millî Mücadele, Cumhuriyet dönemlerinde Türklerin Türkistan’dan getirmiş oldukları sosyal müessese, köyün adı olarak hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze erişmiştir.
Millî Mücadele dönemine ait çalışmalarda köye dair bilgiler, faaliyet gösterenler ve olaylar dikkat çekicidir. Zira oldukça stratejik bir noktada bulunmaktadır.
Türkiye Selçuklu Devleti ile beraber buralarda zaviyeler kurulmuş, devlet hâkimiyetinin tesisi ve iskân maksadıyla dervişlere destek verilmiştir. Merkezi otoritenin parçalanması üzerine meydana çıkan güçlü beyliklerden Hamit Oğulları burayı egemenliği altına almıştır. Ancak çok geçmeden Şuhut ve havalisi Germiyan Oğulları'na geçmiştir. Sahipata, Hamit, Germiyan beylikleri arasında mücadelenin eksik olmadığı yöre; Osmanlılar tarafından önce Yıldırım Beyazıt, Ankara Savaşı sonrasında da II. Murat zamanında Anadolu Türk Siyasi Birliği’ne bağlanmıştır.
Hamit Oğulları, Teke Oğulları, Germiyan Oğulları, Osman Oğulları ile bağlantıları bulunan Efe Hamza’nın doğrudan adıyla tesis edilen yerleşim yeri, oldukça farklı uzak-yakın mıntıkalardan göçlerle beslenen, küçük bir yerleşim yeridir. Türklüğün bağımsızlığını elde ettiği Büyük Taarruz Harekâtı’nın başlamasından bir hafta öncesi ile ilk iki gününde oldukça hassas ve stratejik görevler üstlenerek, kültürel değerini daha da pekiştirmiştir. Zafer sonrası “yaylalara dönüş” misali tekrar kendi kabuğuna çekilerek, yağıyla kavrulan Anadolu insanı ve köyleriyle özdeşleşmiştir.
İlk tespitlerde Fetret Devrine, ilk yazılı materyallerde Yükselme Devrine, ilk mahkeme kayıtlarında miras kavgalarına, eski minaresiyle II. Abdülhamit yıllarına, istiklal mücadelesinde işgalcilerle sınır ilişkilerine, gizlilikle hazırlanan Büyük Taarruz Harekâtıyla askeri seyyar hastanesinin konuşlanmasına, Harekâtın bir gece evvelinde Kolordu Kumandanın misafir edilmesine, Afyonkarahisar’ın kurtuluş müjdesiyle birlikte seyyar hastanenin uğurlanmasına, belde statüsü kazanmasıyla belediyeleşmesine, statü kaybıyla yeniden köye dönüşüne ve uzatılabilecek örnekler sadece köyün değil Anadolu Türk’ünün toplumsal hafızasını şekillendiren hususlardan bir kaçıdır.
Mahalli idare imkân ve vasıtalarının yeterli olmadığı o günün şartlarında gelen Türkler, bu müesseseler sayesinde, muktedir mürşitlerin rehberliğinde disiplin altına alınmış ve Anadolu’da ilk yerleşme merkezleri tekke ve zâviyeler civarında meydana gelerek, gelişip büyümüşlerdir.
Efe köyü Osmanlı Devleti zamanında çoğunlukla Şuhut Kazası’na bağlı bir köy olarak kalmıştır. Milli Mücadele’de Türk Ordusunun en büyük ambarlarından ve seyyar hastanelerinden birisi Efe Sultan'da kurulmuştur. Konya-Çay üzerinden gelen cephane ve diğer malzemeler Efe Sultan’a, oradan da cepheye gönderilmiştir.
Yakın zamanlarda yapılan incelemeler sonucu Efe Köy'de bir Roma Yolu bulunmuştur. Köyün 600 m. kadar doğusunda Annaç Bağları mevkiinden başlayan ve yer yer kaybolan yol Aktışar mevkiine kadar uzanmaktadır. Uzmanlar yol güzergâhının Efe Köy-Işıklar-Sülümenli-Gebeceler-İscehisar doğrultusunda uzandığını belirtmektedir.
Altı yüz yılı aşan zaman diliminde 1992-2009 yılları haricinde “karye / köy” statüsüyle mevcudiyetini muhafaza eden Efe Sultan kayıtları takip edilebilmektedir. Şuhut’taki idari değişimler doğrultusunda çoğunlukla Şuhut Kazası’na, Nahiyesi’ne, bazen de merkez kazaya bir defa da Bolvadin Kazası’na bağlanmıştır.
Köy evlerinin bahçeleri harman kaldıracak kadar büyük olurdu. Bahçe kapıları traktörün rahatlıkla geçebileceği kadar ve iki kanatlı olurdu. Genellikle kapılar kilitlenmezdi. Zamanla miras yoluyla bölündükçe arsalar küçüldü.
Hemen her ailede kız ismi Sultan, erkek ismi Hamza’nın bulunduğu Efe Sultan Köyü eğitim öğretime meraklıdır. Konsolos, Milletvekili, Akademisyen, Hekim, Mühendis, Avukat, Müdür, Öğretmen, Polis, Asker, Hemşire, Ebe, Tıp Teknisyeni, Teknisyen, İmam, Hatip, Müezzin gibi resmi ve özel kurumlarda görev almışlardır.
Efe Sultan Ballık Mevkiinde adı sanı bilinmeyen bir “Türk Eri” Mezarı bulunmaktadır. Köyde Balkan, Birinci Dünya savaşları, Milli Mücadele ve Kıbrıs Barış Harekâtı şehitleri bulunmaktadır. Kıbrıs Şehidi Mehmet Avcı anısına 2011 yılında Şehit Ormanı kurulmuştur.
Ürünlerin nakli insan ve hayvan gücüne dayalı merkeplerle, at arabası veya kağnılarla gerçekleştirilirdi. Kasaba olarak isimlendirilen Şuhut’a zirai ürünler daha ziyade at arabasıyla götürülür satıldıktan sonra tuz, şeker gibi ihtiyaçlar aynı yolda getirilirdi.
Köyün sosyal yaşamı çerçevesinde sivil toplum kuruluşu olarak meşgale ve ibadet hususlarında dernekleşmeye gittiği, hariçte ise Afyonkarahisar genel adını taşıyan derneklerde faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır. Küçük çaplı sosyal medya grupları güncel iletişimdeki yerini almıştır.