Bir Yolculuk Biçimi: Mutluluk
“Hayat ateşiyle iki elimi de ısıttım; O sönüyor, ben de vedaya hazırım.”
Hasan Öğdüm
hasanogdum@gmail.com - 0532 325 07 86Ölüm karşısındaki bu tutum, öfkelenmek kadar akla uygun bir davranıştır. Eğer ruh hali mantığa bağlıysa, umutsuzluk için olduğu kadar sevinç için de neden var demektir.
Bacon’ın şu betimlemesi bize insanın tüm zamanlarda nasıl bir değişime uğramadığını anımsatır: “Çünkü günümüzde geçmiş çağların her birinden daha çok, günah egemendir ve günah aklın karşıtıdır. Dünyanın durumunu inceleyelim, göreceğiz ki her yerde büyük bir bozulma var. Başta saray çevreleri zevke ve eğlenceye dalmış, hepsinde bir oburluk oluşmuş. Baş öyle yapıyor da daha küçükler ne durumda? Piskoposlara bakın: Ruhların tedavisini bırakmış para peşinde koşuyorlar… Bütün din adamları kibirli, zevk-eğlenceye düşkün ve açgözlü olmuş. Nefsini doyurup hoşnut ettikleri sürece, hiçbiri, eğri ya da doğru, ne yaptığına ve nasıl yaptığına aldırmıyor.”Russell, “Mutlu Olma Sanatı”nın “Byron Mutsuzluğu”nda böyle anlatır dünyanın hiç değişmeyen durumunu.
Schopenhauer’un mutluluk üzerine verdiği formül de basittir. İnsanın olası mutluluk ölçüsü bireyselliğiyle zaten belirlenmiştir. Ve bizi mutlu ya da mutsuz eden olayların gerçekte ne oldukları değil, bizim için ne ifade ettikleri önemlidir. Ona göre sahiplik ve sınırlar mutlu olmamızı da doğrudan etkiler. Ve ekler: “Herkes zihinsel fukaralığı ve basitliği ölçüsünde sosyaldir.”
Buna dayalı “zihinsel olarak doldurulamayan boş zamanın ölü bir zaman olduğu, bunun da canlı gömülmek gibi olduğunu ifade eder. “Cahillerin can sıkıntısı” olarak nitelenen zaman kavramında sıradan insanların sadece “zaman geçirmeyi” düşündüklerini, bir yeteneğe sahip olanlarınsa “zamandan faydalanmayı” düşündüklerini görürüz.
Değeri ya da değersizliği, başkalarının gözünden nasıl göründüğüne dayalı bir varoluş, insanı gerilemeye götüren ve olgunlaşma yolunda yanlış bir düşünsel tutumdur. Düşüncelerimizi iyileştiremediğimiz bir hayat bize doğru bir yol haritası sunmaz. Ve yürüdüğümüz yol, yani hayat akışımızda yerimizde saymaktan başkaca bir şey de yapmamış oluruz.
Bireyin mutluluğu her ne kadar bireysel sınırlara dayalı olsa da bireyin toplumda bir yeri vardır. Ve her toplum zorunlu olarak karşılıklı bir uzlaşma ve kaynaşma içerisindedir. Bu nedenle toplumlar büyüdükçe ruhsuzlaşırlar. İnsan ise, ancak yalnız olabildiği ölçüde bütünüyle kendisi olur. O halde, yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevemez.
Erich Fromm’a göre mutluluk; tanrıların bir armağanı değil, insanın içindeki yaratıcılığın sağlamış olduğu bir başarıdır. Mutluluk ve sevinç, fizyolojik ya da psikolojik bir eksiklikten kaynaklanan bir ihtiyacın tatmini değildir; düşünce, duygu ve hareket alanındaki her türlü yaratıcı faaliyetle birlikte gider. Sevinç ve mutluluk, nitelik bakımından birbirinden farklı değildir; yalnızca sevincin tek bir şeyle ilgili olmasına karşılık, mutluluk sürekli ve bütünleşmiş bir yaşantıdır.
Hayatın bir su gibi akıp gittiği zamansal dilimde, mutluluğun da aslında kendi elimizde olduğunun farkına varmamız ve hayatımızı buna göre dizayn etmemiz mümkün. Boşa geçen zamanların, esasen boşa geçen zaman olmaması gereği, kendimiz için tüm yaptıklarımızın niteliğinin de yüksek tutulmasıyla birlikte, her anımızı önce düşünsel ve sonra yaşamsal pratiklerle yaşamak büyük bir kazanç olacaktır.
Hayatın ateşiyle ısındığımız bu süreci, gerçek sevgiyle besleyebildiğimiz bir anlayışla geçirmek mutluluk adına yapılabilecekler içerisinde en iyi olandır.