30 Ağustos Zaferi’nin Anlamı ve Kazanımları Üzerine
“Her evresiyle düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve utkuyla sonuçlandırılmış olan bu savaşlar, Türk ordusunun, Türk subaylarının ve komutanlarının yüksek güçlerini ve yiğitliklerini tarihte bir daha saptayan ulu bir yapıttır.
Hasan Öğdüm
hasanogdum@gmail.com - 0532 325 07 86Bu yapıtı, Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır. Bu yapıtı yaratan bir ulusun çocuğu, bir ordunun Başkomutanı olduğum için sonsuzcasına sevinçli ve mutluyum.”
Atatürk, Söylev’inde (Nutuk) Ordularının İzmir rıhtımında ilk verdiği ereğe, Akdeniz’e ulaştıklarını anlatırken duyduğu hissiyatı bu şekilde ifade eder.
30 Ağustos, Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir öneme sahip olan bir ulusal bayramdır. Bu tarih, "Zafer Bayramı" olarak kutlanır ve Türk milletinin büyük bir zafer elde ettiği günü simgeler.
30 Ağustos 1922 tarihinde gerçekleşen Dumlupınar Zaferi, Türk Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktalarından biridir. Türk ordusu, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, Yunan ordusunu Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde yenilgiye uğratarak büyük bir zafer kazanmıştır.
Dumlupınar Zaferi, Kurtuluş Savaşı'nın son aşamasıdır. Bu zafer, Türk milletinin yıllar süren bağımsızlık mücadelesinin sonuçlandığı bir dönüm noktasıdır. Türk milleti, düşman işgaline karşı verdiği mücadeleyle bağımsızlığını kazandı.
Dumlupınar Zaferi, aynı zamanda Lozan Antlaşması'nın da temelini oluşturdu. Türk delegasyonunun elde ettiği askeri üstünlük, Lozan görüşmelerinde Türkiye'nin bağımsızlık ve egemenlik haklarını daha güçlü bir şekilde savunmasına katkı sağladı.
Dumlupınar Zaferi'nin ardından işgal kuvvetlerinin Türkiye topraklarından çekilmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atılmasına zemin hazırladı. Zafer, Türk milletinin bağımsızlığı ve egemenliği için verdiği mücadele sonucunda yeni bir devletin kurulmasını mümkün kıldı.
Sonuç olarak, 30 Ağustos Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir öneme sahiptir. Bu tarih, Türk milletinin kahramanlığını, direncini ve bağımsızlık sevdasını temsil eder. Dumlupınar Zaferi, Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı bir dönemde kazanılmış büyük bir zaferdir.
İşte bu noktada yeniden ve ısrarla ve bilinçli olarak vurgulanması gereken bağlayıcı, diri, ayakta tutucu, itici bir güç var: Lâiklik.
Laikliği doğru anlayabilmek için bir modellemeden alıntı yapmak yerinde olacak görünüyor.
Bazı kavramların sözcük değerlerinden daha derin anlamları vardır. Bizim gibi Doğu kültürüyle bütünleşik yaşayan toplumların da bazı kavramlarla kavgası bu doğrultuda sürüp gitmektedir. Akıl değil ama “kör inanç” eksenli ve güdümlü yaşamayı seçen bir toplumda da yüksek öneme haiz o kavramların tekrarında sonsuz faydalar vardır.
Günümüz siyasasında Afganistan’la ne ölçüde benzeştiğimiz söylemleri bir yerde dursun, tarihsel ortaklık ve modernizasyon ekseninde nasıl bir ilinti kurulduğunu anlamak için Tarihçi-Yazar Ali Yaycıoğlu’nun araştırmalarına bir göz gezdirelim:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN HİKÂYESİ
“...Türkiye’nin kuruluşunun küresel bir hikâyesi vardır. Bu küresel hikâyenin önemli bir veçhesi Asya’dadır. Türkiye’nin kuruluş hikâyesi bir yönüyle Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüşü ve çökmesi meselesi ile ilgilidir; ama diğer yönüyle 19.yüzyılın sonlarından itibaren Asya’yı hareketlendiren, içinde Panislamcılığı da barındıran, İngiliz İmparatorluğu karşıtı hareketlerle iç içedir.”
“…Afganistan dâhil, Orta ve Güney Asya’daki Müslüman ve Hint kamuoylarının, İngiltere’nin Osmanlı coğrafyasının paylaşılmasına karşı Ankara Hükümeti’ne verdiği destek İngiltere’nin Türk Kurtuluş Savaşı karşısındaki tutumunu da belirleyen etkenlerden birisidir.”
“…Üçüncü İngiliz-Afgan Savaşı’ndan sonra, 8 Ağustos 1919 günü imzalanan Ravalpindi Antlaşması ile İngiltere Afganistan’ın –sonrasında devam edecek olan müzakerelerle- bağımsızlığını tanımış ve Emir Amanullah, Afgan tarihine Afganistan’a tam bağımsızlığını veren millî bir kahraman olarak geçmiştir.”
“…Amanullah’ın İttihatçıların üç liderinden biri olan Cemal Paşa başta olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen birçok Türk uzmanı Afganistan’ın idarî, hukukî ve eğitimsel reformlarının etkili aktörleri olmuşlardır.”
“…Kâbil Hükümeti –bir iddiaya göre- Sivas Kongresi’ne delege göndermiş ve 1920 Nisan’ından sonra Ankara Hükümeti ile de yakın ilişkiler kurmuştur. Mustafa Kemal ve Amanullah arasındaki temaslar sonucu, Mart 1921’de Kâbil ve Ankara bir ittifak anlaşması imzalamış, Afganistan Ankara Hükümetini tanıyan ve Ankara’da elçilik açan ilk ülkelerden biri olmuştur.”
İki ülke arasındaki tarihsel ilişkiye kısaca değindikten sonra Afganistan’ın ülkesel durumuna bakalım:
“…1919-1924 arası, Afganistan’da Amanullah’ın birinci reform dönemidir. Bu dönem yeni toprak ve vergi düzenlemeleri, zorunlu askerlik ve eğitim reformu tecrübeleri yaşanmıştır. Amanullah, Fransa ve Almanya’dan birçok uzmanı Afganistan’a davet etse de Afganistan Harp Okulu ve Tıbbiye büyük oranda Türk diasporasının yönetimi altındadır. Düzenli ordu kurma çabası Türk subayların gözetiminde devam etmektedir. Ama bu reform sürecinin en önemli aşaması belki de 1923 Anayasa tecrübesidir. Anayasa meselesi Afganistan ve Türkiye arasında paralel bir şekilde ilerlemiştir. 1923 Afganistan Anayasası ile Türkiye’nin1921 ve 1924 Anayasaları (Kânun-i Esâsî) arasında ilginç benzerlikler ve tabii derin farklılıklar vardır.”
“…1923 Nisan’ında Emanullah rejimi Nizâmnâme-yi Esâsî-yi Devlet-i Aliyye-yi Afganistan adında oluşturulan anayasa metni kurucu mecliste tescil edilir. Bu anayasa üzerinde Mahmud Tarzî’nin liderliğindeki Türkiye yanlısı Genç Afganların etkisi gözden kaçmaz. Aynı şekilde, bazı yönleriyle, Türkiye’nin 1921 ve 1924 Anayasalarını andırır. (Teşkilat-i Esasiye Kanunu). Tabii büyük bir farkla: AFGANİSTAN ANAYASASI BİR MONARŞİ ANAYASASIDIR. Türkiye’nin 1921 ve 1924 Anayasalarındaki Büyük Millet Meclisi vurgusu, Afganistan Anayasası’nda yoktur.”
“…Bu metin artık padişah unvanını alacak krala büyük yetkiler verirken meclisi bir tür danışma kurulu olarak düzenler. Afganistan Anayasası’nda “Afganistan’ın dini İslam’dır” ibaresi vardır. 1924 Teskilat-ı Esasiye Kanunu’nda ise “devletin dini İslam’dır” denmektedir. Ama iki metinde de İslam hukukunun nasıl uygulanacağı konusunda ayrıntıya girilmez.”
“…Türkiye Anayasası’nda Meclis, Afgan Anayasası’nda ise kral yetkilendirilir. 1928 yılında yapılan bir değişiklikle Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndaki “Devletin dini İslam’dır” ibaresi kaldırılır.”
Şimdi de Tarihçi Faiz Ahmed’in Afghanistan Rising (Yükselen Afganistan) kitabındaki şu tespitlerine bakalım:
“Türkiye ve Afganistan iki alternatif hukuk reformunu simgeler. Türkiye 1926’da İsviçre Medeni Kanunu’nu kabul ederek İslam hukukunu terk eder. Afganistan ise Mecelle geleneğini devam ettirir ve Hanefî fıkhı üzerinden bir medeni kanun çalışması yapar. Afgan hâkimlerin (kadıların) kullandığı ve bir tür medeni hukuk el kitabı olan Tamassuk al-Kuzat-ı Amaniyya adlı kitapta belli başlı Hanefi hukuku bir bakıma modern bir yargı bürokrasisinin kullanacağı bir metin haline getirilir.”
Konuya daha geniş bir çerçeveden bakabilmek için nasıl oldu da Türkiye’de lâik hukuk sistemi İslam hukukunun yerini aldı sorusunun cevabını arayalım ve sözü yine Tarihçi Yaycıoğlu’na bırakalım:
“…Ankara Hükümeti ve Kâbil arasında imzalanan Türk-Afgan İttifak Muahedesi sonrasında, Afganistan ve Türkiye arasındaki ilişkiler derinleştirilmekteydi. Öyle ki, 1923 yılında Afganistan camilerinde Halife Abdülmecit Efendi için hutbeler okutulmuştur. Afgan Hükümeti Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’ye şeref madalyaları göndermiştir. Lâkin, Mart 1924’te Türkiye’nin halifeliği kaldırma kararı ise Afganistan’da ve Hindistan’da tepkiyle karşılanır. Özellikle Güney ve Güneydoğu Asya’da birçok Müslüman grubun Türkiye’de halifeliğin kaldırılması karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını söylemek yanlış olmaz. 1920’lerin sonlarına kadar farklı Müslüman ülkelerde halifelik ihdas etme arayışları devam eder. Hattâ Japonya hamiliğinde Asya’da bir halifelik kurma planı bile yapılır.”
EŞZAMANLI İSYANLAR ve SONUÇLARI
“…Afganistan ve Türkiye’de birbirine paralel reformlar devam ederken, 1924 sonu ve 1925’te hem Türkiye hem Afganistan isyanlarla çalkalanır. Türkiye’de ülkenin güneydoğusundaki Şeyh Said İsyanı, Afganistan’da ise Afganistan’ın güneydoğusunda Host İsyanı, bu yeni kurulmuş iki rejimi sarsar. Bu iki isyan da rejimin reform girişimlerine, yeni malî ve hukukî düzenlemelere karşıdır. Türkiye’de aynı zamanda Kürt direniş hareketi niteliğindedir. Afganistan’daki Host İsyanı ise bir kolu Duran sınırının öbür tarafından Diyubendî medreselerinden çıkan aktivistlerin desteği ile alevlenir. İki isyanda da İngiltere’nin rolü vardır ve yine iki isyan da halifelik meselesi gündeme gelir. Şeyh Said İsyanı halifeliğin kaldırılmasını isyanın merkezine koyar. Host isyancıları ise Amanullah rejiminin halifeliği kaldıran Türkiye ile ilişkisini.”
“…Bu iki isyanın sonuçları oldukça farklıdır. Türkiye Devleti isyanı şiddetli bir şekilde bastırır, ardından Takrir-i Sükûn Kanunları denen olağanüstü hal rejimi ile merkezi hükümet güçlü bir şekilde farklı muhalif grupları tasfiye eder. Bu aynı zamanda reformların hızlanmasını ve yoğunlaşmasını kolaylaştıracaktır. Afganistan’da ise Amanullah rejimi isyanı bastıramaz. İsyan büyür. Sonunda rejim, isyancılar ve diğer muhalif gruplar ile uzlaşmaya gider. Amanullah rejimi bu dönemde geri adım atar. 1921-25 arası yapılan malî, askerî, eğitimsel reformlardan, evlilik ve kadınların haklarıyla ilgili konulardan ödünler verilir. Daha da önemlisi, kanunların Şer’î hukukla uygunluğunu denetleyecek ve daha çok Diyubendî ulemasından kişilerin ve oymak temsilcilerinin yer aldığı bir denetleme kurulu teşkil olur. Tüm bunlar olurken Türk diasporasının ve Türkiye’yi destekleyen Cumhuriyetçi Genç Afgan Hareketi’nin gücü azalır, Diyubendî kökenli ulemanın gücü artar.”
“…Amanullah’ın 1927’de Türkiye ziyaretinde Atatürk ile görüşmeleri, Türkiye ve Afganistan arasında yeni antlaşma ve döndükten sonra Amanullah’ın Kemalist reformlara daha da benzeyen yeni reform sürecine sokması, Türkiye’den gelen uzmanların sayısındaki artış, buna karşı muhalefet, Diyubendîler ve aşiretler arasında Afgan Kemalizmine karşı yükselen tepki ve ardından Amanullah’ın 1929’da tahttan indirilmesi…”
“…Yine de Türk-Afgan ittifakı sonlanmaz. 1937’de ABD ve İngiltere desteği ile Türkiye, Afganistan, İran ve Irak arasında imzalanan ve bu ülkelerin bağımsızlığını ve ülke bütünlüğünü vurgulayan ve Sovyetler’in Hindistan’a ve Basra Körfezi’ne doğru hamle yapmasını önlemek için imzalanan Sâdâbâd Paktı…”
“…Afganistan, Türkiye gibi İkinci Dünya Savaşı’na girmez. İkinci Savaş’tan sonra ise Afganistan Sovyet Rusya ve ABD arasındaki rekabetin bir parçası olur. Soğuk Savaş boyunca genişleyen Sovyet nüfuzu, 1970’lerde kriz, 1973 cumhuriyetçi darbe ve arkasından Afgan Komünist Partisi desteği ile Sovyet işgali. Aynı yıl İran’da İslam devrimi, iki yıl sonra Türkiye’de 12 Eylül darbesi…”
Tüm bu tarihsel gelişime bakıldığında insan büyük aydınlanma yaşıyor. Aydınlanmanın temelini ise paha biçilmez şekilde lâiklik oluşturuyor.