Taş Atma Psikolojisi ve İnönü’ye Atılan Taş
Baltayı taşa vurmak… Ayıkla pirincin taşını… Arabanın tekerine taş koymak… Boş kuyuya taş atmak… Taş çatlasa… Taş yürekli… Taş kesilmek…

Hasan Öğdüm
hasanogdum@gmail.com - 0532 325 07 86Birçok farklı sözcükte olduğu gibi “taş” için de anlatımların deyime dönüş öykülerinde toplum bilimsel kökenlere inmek gerekebiliyor.
“Taş atma” deyimini Reşat Nuri şu şekilde anlatır: “İkide birde bana bunun için taş atıyordu.”
Halkbilimsel (folklor) süreçte oluşan “taşlama” olgusu ise edebiyatımızda önemli bir yer tutar. Taşlamalar, yeren, alay eden yazılardır. Alay yoluyla (hiciv, yergi) mizahi bir anlatım sunarlar. Gülme eylemiyse, halk kültüründe bir uyarma ve yola getirmeyi de beraberinde getirir.
Halk şairleri canlarını sıkanları, olayları gülerek iğnelemiş, aldırış etmeyenleri de ustura gibi keskin nüktelerle karartıp, yergilerle yerden yere vurmuştur. (Kutlu Özen)
Toplumsal değişim süreçlerinde eğitimde sanatın rolünün ne olduğu; fiili ve mecazi yönlerindeki kullanımıyla bir “taş” hikayesinin nelere dönüşebileceği; insanlara, canlılara atılarak ona zarar veren, kan akıtan bir eylem olmaktan çok; insanın kendisini geliştiren bir eyleme nasıl dönüştürebileceği konusunda sanatın iyileştirici gücü burada apaçık görülmektedir.
Dünyanın birçok noktasında toplumsal olaylarda, protesto eylemlerinde güvenlik güçlerine dönük “taş atma” eylemlerine tanık oluyoruz.
Tarihsel süreç içerisinde karşıt görüşler içeren gruplar arasında çıkan çatışmalarda da “taş atma” ya rastlamak mümkün.
Öyle ki, Cumhuriyet tarihimizde bunun en somut örneği “Milli Şef” İsmet İnönü’ye atılan taştır.
Partisinin Meclise verdiği araştırma önergesinde olay şöyle anlatılır:
“Uşak’ta; önceden hususi surette sarhoş edilen, göğsü D.P. rozetli bir kitle 1 Mayıs 1959 tarihinde sabahın erken saatlerinde istasyona sokularak zabıta himayesinde Halk Partili Milletvekillerine, tarafsız gazetecilere, nihayet İnönü’ye tecavüz ettirilmiş ve mütecavizler zabıtaca himaye edilmiştir. Bu himaye altında İnönü, atılan bir taşla başından yaralanmıştır.”
Bu olay üzerine 3 Mayıs 1959 tarihli Yeni Gün gazetesinde şöyle bir yazı kaleme alınır:
“Uşak’ta, Trikopis’in kılıcının elinden alındığı yerde aradan 40 seneye yakın bir zaman geçtikten sonra, Garp (batı) Cepheleri Kumandanı İsmet İnönü’nün başına, Yunan çizmeleri altında yaşamanın ne olduğunu çok şükür görmemiş olan bir insan taş atıyor. Bu acı ve göz yaşartıcı misal karşısında elemle irkilmemek mümkün olmuyor.
İnönü’nün başını yaran taş, milletin hürriyet hasretine, insanlık idealine, ebedi yaşama arzusuna karşı çekilmiş bir iptidailik (ilkellik) ve gerilik silahıdır.
Muhalif (karşıt görüş) olsun, muvafık (aynı görüş) olsun, dünyanın her hangi bir milletinde eğer İnönü gibi insanlar varsa o milletler onunla iftihar ederler, onun fikirlerini kabul edip, etmemek başka; onun hizmetlerini takdir etmek yine başka şeydir!
Ey! Hırsla ne yaptığını bilmeden tarihin en büyük lanetine uğramak tehlikesi ile karşı karşıya gelen eli taşlı vatandaş!.. Asıl kabahat seni bir kin makinesi haline koyanlardadır.
Bak dikkat et!.. Attığın taş, İnönü’nün başından sızan kan evvela, Rasat Tepede endişe içinde yatmağa başlayan büyük Atatürk’ün yüzünü buruşturdu.
O taş, Sakarya’da, Dumlupınar’da İnönü’nde şehit düşen ağabeylerinin de ruhunu tazip (eziyet, acı) etti.. Onlar, Lozan’ı yaratan bugünkü ak saçlı adamın emrinde, siz rahat edesiniz, diye ölüme gittiler. Bilseydiler ki o el, o adama taş atmak için kalkacak.. Şehit olmadan evvel, kederden kahrolurlardı.
…..”
Yine aylardan Mayıs; İnönü’ye atılan taştan günümüze 64 yıl geçti. Demokrasi tarihimizde yine benzer durumlar yaşanıyor. Demokratik bir süreç içerisinde meydana gelen bu türden şiddet eylemlerinin sorumsuzca üretilen politikalar sonucunda oluştuğunu görüyoruz. Kin ve nefret söylemleriyle insanları birbirine düşürmek, toplumu ayrıştırarak bölmeye çalışmak sadece belirli zümrelere çıkar sağlar; halka, topluma, insanlara sadece ve sadece zarar verir.
İçinde bulunduğumuz tarihi seçim öncesinde yaşanan bu tür olayların demokrasiye giden yolda bu halka bir getirisi olmayacaktır.
Unutmayalım ki, fikirler çatışırlar, insanlar değil…
Bu toplumun derin bir uzlaşıya gereksinimi var.
80 öncesinde oluşmuş sağ-sol çatışmasının alt bilişsel artıklarıyla yaşamak istemiyor artık, bu toplum!
Toplumsal refahı, ekonomik kalkınma ile toplumun tüm katmanlarına sunacak politikalar gerekiyor.
Dinle aldatılan, inanç tacirlerinin yönettiği bir ülke olmaktan çok, ufkunu Ulu Önder Atatürk’ün çizdiği, akıl ve bilimle yönetilen bir çağdaş ülke düzeyine ulaşmayı istiyor.
Özgür bireylerin, eşit yurttaşlar olarak kardeşçe yaşadığı bir dünyayı özlüyoruz.
* * * * *
Taş dedik; taşlama dedik. Öyle bitirelim: “Meyve veren (verecek olan) ağaç taşlanır.”