Sahip Olmak Değil; Sadece “Olmak”
Şimdi bütün o komplo teorilerini bir yana bırakarak şunu düşünün: “Gerçekte neye sahipsiniz?”
Hasan Öğdüm
hasanogdum@gmail.com - 0532 325 07 86Bu soruya net bir yanıt vermek sanırım mümkün değil. Verilen yanıtların hepsi birbirinden farklı olacaktır.
Yaşama bakış açılarımızın çokluğu kadar yanıtlar olacaktır elimizde.
Dünya üzerinde bir asır ayakta durmakta güçlük çeken insanoğlu için kabul edilebilir nitelikte bir hayatı sürdürmek hâlâ zor.
Klasik bakışla, kıt kaynakların düzensiz, orantısız paylaşımı ya da “gaspı” çoğu ülkenin giderek daha da yoksullaşmasına neden oluyor.
Tüm bunlar sorunların toplumsal altyapısını oluşturuyor.
Bugün yazımızın temel konusu bireysel iyelik hakkının kişiye kattıkları ve yarattığı gelişim kayıpları.
Çok basit psikolojilerden yola çıkalım. İnsan meta olarak nelere sahip olmak ister? Bunu İhtiyaçlar Hiyerarşisi bağlamında ele almak genel kanı üzerinde çok büyük değişiklik yapmaz.
İnsan önce fiziksel ihtiyaçlarını gidermek zorundadır. Bunları sağlamadan hayata tutunamaz. Nefes almakla başlayan bu süreç, beslenme ve barınmayla devam eder. Temiz su, boşaltım, cinsellik, uyku ve sağlıklı metabolizma oluşturmak birinci basamağın faktörleri arasındadır.
Tüm fizyolojik gereksinimlerin temini bunların güvenli bir şekilde sürdürülebilmesini gündeme getirir. Can güvenliği, uygun bir iş, oluşturulan aile düzeni, sağlık ve mülkiyet güvenliğinin sağlanması ikinci basamakta yer alır.
Fizyolojik gereksinimlerin giderilmesi ve güvenlik mekanizmasının kurulmasıyla daha içe dönük kavramların (arkadaşlık, aile, cinsel mahremiyet, aidiyet gibi) oluşmasının zemini hazırlanır.
Her şey hazırdır. Artık dördüncü basamakta bin bir emekle oluşturulmuş bu kurulu düzen bir saygıyı hak etmektedir. Kişi başarılar elde etmeye başlamış, özsaygısı oluşmuş ve özgüveni gelişmiştir. Başkalarına duyduğu saygıyı başkalarından da görmek ister.
Burada aslında bir kişilik oluşumu ve gelişiminden bahsediyoruz.
Her birimizin yaşam çizgisi bu genel yapı üzerinde yükseliyor.
Farkındalıklarımız hayatımıza yön veriyor. Her bir yön bizim için birer yol oluyor.
Türlü dehlizlerden sonra yollar birbirine bağlanıyor.
İnsan, hayatı net görmek ister, bunun için ufkunu geliştirmesi gerekir.
Dümdüz yol alırken ufuk çizgimiz hep biraz daha ileriye taşınır, yeri değişir, kat ettiğimiz yolda gördüklerimiz değişir, ama yol düzdür ve rutin, keyif vermez, hatta bazen sıkıcı bile olabilir.
O ufukların alabildiğine bütününü görmek içinse yükseğe çıkmak isteriz.
Tırmanış bir içsel yolculuk gibidir. Yorucu, can yakıcı, riskleri yüksek, kendini keşfe dönük bir yolculuk…
Yükseldikçe gördüğünüz biçimler değişir, şekiller çoğalır, açılar başkalaşır.
Ellerinizin tuttuğu nasır, dizlerinizden akan kan, size zorluklarla elde edilenin ne kadar kıymetli paha biçilmez olduğunu anlatır.
Kendinizi bulmaya başladığınızda, her şeyi daha net görmeye başlarsınız.
Olmaya başlamak sahip olduklarınızdan çıkmakla başlar.
Önce kendiniz ve sadece kendinizle “ol”abilirsiniz.
Sahip olduklarınız sadece birer araçtır, bir övünç meselesi değildir.
Sahip olduklarınız sizi siz yapmaz, sadece sizin akışınızı hızlandırır veya yavaşlatabilirler. Bu tamamen onları nasıl kullandığınızla ilgilidir.
Berrak bir zihin, pırıltılı bir zekâ, ışıltılı bir akılla çıkılan yol, oluşlarınızdaki en büyük rehberleriniz olacaktır.