Uğur Mumcu Gazeteciliği - Köy Enstitüleri Ekseninde 2024 Yerel Seçimle
Uğur Mumcu’nun yokluğunda Ali Sirmen onu şöyle anlatıyor: “Uğur Mumcu dışarıdan bakıldığında asık suratlı, çatık kaşlı bir savcı izlenimi elde edilebilirdi. Oysa o, sürekli gülen, son derece dost, mizah duygusu yüksek bir insandı.”
Hasan Öğdüm
hasanogdum@gmail.com - 0532 325 07 86Uğur Mumcu’nun yokluğunda Ali Sirmen onu şöyle anlatıyor: “Uğur Mumcu dışarıdan bakıldığında asık suratlı, çatık kaşlı bir savcı izlenimi elde edilebilirdi. Oysa o, sürekli gülen, son derece dost, mizah duygusu yüksek bir insandı.”
İnsani açıdan bu nitelikte olan Uğur Mumcu’yu gazetecilik mesleği açısından da şöyle tanımlar: “Uğur Mumcu, gazeteciliğinde, gazeteciliğin halkın haber alma özgürlüğünün bir parçası olduğunu bilirdi. Ona göre, basın özgürlüğü basın mensuplarının sahip olduğu özgürlük değil, haber alma özgürlüğünün bir parçasıydı. Haberin üzerindeki tasarruf hakkının da gazetecide olmadığına inanırdı.”
İçinde yaşadığımız süreçte gazetecilik mesleğini sürdürenlerin ne kadarının bu bilinç, bu duyarlılık ve bu kararlılıkta olduklarını tartışmaya açmak istemem.
31.yılında hâlâ aydınlatıl-a-mamış siyasi bir cinayetin kurbanıdır kendisi. Buna rağmen anıları ve yapıtlarıyla insanlığı aydınlatmaya devam ediyor.
***
31 Mart yerel -belediye- seçimleri için başlangıç adımları atılmaya başlandı, çoğu il ve ilçede başkan adayları ismen açıklandı.
Başkan adayı belli olan kentler için belediye meclis üye adaylarının açıklanma sürecine girildi akabinde.
Şimdi burada biraz durup bir açıklama getirmek gerekiyor: Belediye meclislerini dolduran, pardon oluşturan üyelerin nasıl bir profil içermeleri gerekiyor. Öyle ya, babadan oğula mı geçecek, koltuk bırakmama sevdası mı içerecek, ahbap-çavuş ilişkisi biçiminde mi gerçekleşecek ya da gerçekten bir liyakat içerecek mi? Yoksa oy depolarına ulufe meclis üyelikleri mi dağıtılacak?
Bunu şu içinde bulunduğumuz günlerde görüp yaşayacağız.
Yaşadığınız bir ülkeyi, bir kenti geliştirmek onu güzelleştirmekten geçer. Burada güzelleştirmekten kasıt; başta kanayan bir yara varsa akan kanı durdurarak o yarayı iyileştirmeye başlamayı gerektirir. Ekonomik olarak başlayan iyileştirme hareketleriyle, sosyal dokuyu bütünleyici olarak organize edilen destekleyici etkinlikler halkın refah, huzur ve güvenini oluşturur.
Ama bu yeter mi, yetmez. Kültürel altyapıyla birlikte oluşturulan sanatsal aktiviteler kentin ve kentlinin nefes almasında, sosyal hayata katılımında birincil derece etkendir.
Kentin kalkınması diyoruz ama kent sözcük itibariyle zaten kalkınmış olandır. Önemli olan kasaba siyaseti gütmeden hemşehrilerimizi –samimiyetle- kalkındırmaktır.
Bu durum ülkemizin hemen her yerinde farklı yürümüyor, bunda il ya da ilçe de fark etmiyor, büyükşehir yahut küçük şehir oluşu da.
T.B.M.M. (Türkiye Büyük Millet Meclisi)’ni oluşturan üyeler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetirler. (Cumhurbaşkanlığı Başkanlık Sistemi döneminde genel akış Cumhurbaşkanı kontrolünde yürüyor.)
İl ve ilçe Belediye Meclisleri de kendi il ve ilçeleri hakkında söz sahibidirler ve kendi il ve ilçelerini yönetirler.
Burada oy verecek halka ve belki ondan öncesinde Meclis Üye Listesi’ni oluşturacak zihniyete bazı şeyleri buradan açıklamak gerekiyor: Meclis üyelerinin vizyonlarıyla sınırlıdır o kentin vizyonu da. Ne kadar iş yapabilme, proje üretebilme, değer katabilme ve yönetsel güce sahip üyelerle donatırsanız İlçe Meclisinizi; İlçenizi o denli geliştirir, kalkındırırsınız. Yok, ulufelerle durumu kotarırım diyorsanız, yaptığınız o kente kötülükten başka bir şey olmayacaktır. O seçimi siz belki kazanırsınız ama yaşadığınız kente, o halka koca bir beş yıl kaybettirirsiniz.
İşte başat siyasetçilerin yapmadığı matematik, üzerinde durmadıkları aritmetik de budur. İlk ya da bir kaçıncı kere seçilebilmek uğruna gerçekte neleri feda ettiklerini görmezden gelirler.
Halk neyi kazandığını bilmez, herkes kendini kurtarma peşindedir…
Tıpkı halkın haber alma özgürlüğü gibi…
Hizmet almanın da ötesinde kalıcı yatırımlar yerine geçici çözümlerle geçiştirilen yıllar… Ver yıllarını at çöpe…
Her şeyin başı elbette gelip eğitime dayanıyor. Bunu bir film repliğiyle bağlayalım çünkü çok şeyi çarpıcı bir biçimde anlatıyor (Ata Demirer’in “Olanlar Oldu” filmini izlemeyen kalmasın, çok ruha dokunan romantik bir komedi, hem gerçekçi ama çokça sevgi dolu) :
- İnşaatı modernite zanneden nesiller yetiştirdik. Bu millete yapılan en büyük kötülük köy enstitülerinin kapatılmasıdır. Köylü oldu kasabalı. Şehirli bitti, herkes kasabalı!