Siyasette ve Doğada İklim Değişikliği Gerçeği
Yaşadığımız deprem trajedisi sonrası yaşanılan sel felâketi insanlarımızın acısını ikiye katladı.

Hasan Öğdüm
hasanogdum@gmail.com - 0532 325 07 86Her ne kadar geçici bir doğa hareketi olarak görülse de selin yaratacağı etkilerin ardıllarının olmayacağını söylemek çok yerinde değil gibi görünüyor.
Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin yayımladığı rapora göre kömür, petrol ve doğalgaz kullanımının devamı halinde ortalama küresel sıcaklıkların 2030’ların ilk yarısında 1,5 derece artacağı öngörülüyor.
Bu da iklimsel değişimin yaşamsal olarak her alana etkiler bırakacağı sonucuna vardırıyor.
Günümüze baktığımızda henüz 1,2 derecelik artışın sonuçları bile gözle görülür felaketler getirirken, bu yıkımların dışında kuraklığın etkisiyle oluşacak gıda krizlerini görmezden gelemeyiz.
Tarım alanlarının üzerinde yaratacağı etkiler, ülkemizin açlıkla karşı karşıya gelmesini kaçınılmaz kılabilir.
Açlığın gezegendeki merkez üssü (!) bilinen Afrika toplumlarındaki kalıcı bir habis olduğu yanılgısı bu iklim değişikliğiyle birlikte yer değiştirebilir.
Yıllarca bu duruma seyirci kalan ve kalıcı çözüm üretemeyen insanlık ailesi, feda ettiği üyeleriyle birlikte aynı ortak kaderi paylaşabilir.
Buna karşılık, dünyadaki hava kirliliğinin baş sorumluları sayılabilecek iki ülke olan Çin ve ABD’nin ise yeni fosil yakıt projelerini onaylamayı sürdürdüğüne tanık oluyoruz.
Öyle ki, Çin’in geçen yıl 168 kömür santraline daha onay verdiği, Biden’lı A.B.D. yönetimininse Willow adlı devasa sondaj projesini onaylaması, üstelik projenin Alaska’da el değmemiş arazide yürütülecek olması gezegenin sürüklendiği sonun emin adımları gibi duruyor.
Dünya ülkelerinin baş kötülük saçıcıları bir yana, biz ülkece neler yapabiliriz, bunun derdine düşüp, bunun savunusu içerisinde olmalıyız.
Evet, birçok bilim insanı 1,5 derece eşiğin geçilmesinin “insanlığın sonunu” getirmeyeceğine işaret ediyorlar.
Ama yaşamın kötüleşmeyeceğini de ifade etmiyorlar.
Buna göre; onda bir yani 0,1 her derecelik artışla “su kıtlığı”, “kötü beslenme”, “ölümcül sıcak hava dalgaları”ndaki artış da aynı oranda yani onda bir (0,1) olmayacak, yıkıcılık etkisi çok daha yüksek olacak.
Ülkemizin bu sene yaşamış ve yaşamakta olduğu kuraklığın sonuçlarını gördük ve görmeye devam edeceğiz.
Sıcaklık artışının 2 dereceye çıkması bu sorunların ve sel felaketlerinin de en az iki katına çıkması anlamına geliyor.
Oysa insanlığın ısı tutan gazları atmosfere yollamayı bıraktığı anda, “net sıfır” emisyon hedefine ulaşıldığı anda ısınmanın büyük ölçüde duracağı yine aynı bilim insanlarınca ifade ediliyor.
Dünyaca uygulanan enerji politikalarına bakılınca bu yüzyılın sonunda dünyanın 2,1 – 2,9 derece ısınma yolunda tam gaz gittiğini söyleyebiliriz.
Zengin ülkeler birliği olarak Avrupa Birliği’nin ve A.B.D.’nin 2050, Çin’in 2060, Hindistan’ın 2070 yılını taahhüt eden “net sıfır emisyon” hedeflerine rağmen BM (Birleşmiş Milletler) bunun en çok 2040 yılına çekilmesi gerektiğini söylüyor.
Şimdi ülkemiz bir siyasi seçimin eşiğinde. Seçim sonuçlarına göre ülkemizin yeniden kalkınması ve refah düzeyi yüksek bir seviyeye ulaşabilmesi, çağdaş dünya değerlerine ölçüt bir eğitime kavuşması, demokratik bir yaşam biçimini kucaklaması için birçok şey yapılacak.
Tüm bunların yanı sıra deprem ve sel felaketlerinden etkilenenlerin yaralarının sarılması, travmatik süreci daha hızlı ve kolay atlatabilmelerinin sağlanması ivedilikle gerekiyor.
Ve unutulmaması gereken, yaşadığımız bu gezegene olan borcumuz. Bunu unuttuğumuzda onun da bizi unuttuğu ândır. Çünkü ne ekersek, onu biçeriz.
İklim Değişikliği için gerekli tüm önlemleri almak kaçınılmazdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılını planlayanlar, İklim Değişikliği’ ne karşı alınacak önlemler noktasında ayrı bir başlık açmak zorundadırlar.